Allah, Habibi'ni gam ve kederler yumağı içerisindeyken onu teselli etmek, refaha erdirmek ve bilmediğimiz birçok nedenle huzuruna davet etti.
Zamandan ve mekandan münezzeh olan Allah, Habibi'ni zaman ve mekanın ötesine taşıdı. Ve Miraçta Rabbimiz, Habibi'nin ümmetine namazı hediye eyledi.
Bu hediyeyi ancak imanı bir bakış açısıyla görmek ve anlamak mümkündür. Ve öyle güçlü ve kutsal bir hediyedir ki o namaz, müminin miracıdır. Namazda huzuru yakalayan, huzurda olduğunu içselleştiren bir mümin miracı yaşamış olur.
Allah'ın Habibi; bela, intihan ve fitne yumağı olan bu dünyadan hakkın huzuruna çıkmıştı. Biz Müslümanlar ise nefsin, hevayı hevesin, şeytanların ve şeytanlaşmış insanların yumağı olan bir ortamdan gönülden yolculuk yapmak suretiyle Hak'kın huzuruna çıkıp miracımızı gerçekleştirmeye çalışıyoruz.
Huzura varmanın bir edebi ve adabı vardır. En basitinden kimse valiliği, başbakanı ya da herhangi bir hürmet gösterdiği büyüğünü ziyarete giderken o huzura kedisini, köpeğini, muhabbet kuşunu yahut balığını alıp götürmez. Ya da huzura giderken kendi hobi ve fantezilerini yanında taşımaz. "Huzur"da olmanın bir adabı bir raconu vardır. Ancak bu kurallara uyanlar huzura kabul edilir. Kedisiyle köpeğiyle, valinin ancak konağa kadar yaklaşabilir. Personel tarafından konaktan içeri dahi alınmazlar. Hal böyleyken Hak'kın huzuruna nefs-i emmaremizle çıkmaya kalkarsak ibadet ve taat'larımız sema kapılarından geri çevrilir.
Bir de olaya şu pencereden bakmak lazım, kul namaz ile hakkın huzuruna çıkmıştır. Ama aslında kul, namaz haricinde de hakkın gözetimi altındadır. Yani namaz dışı ve namaz içinde hep hakkın huzurunda sayılır. Hal böyle olunca namaz dışında ki vakitlerde nefsiyle, şeytanıyla ahbap olanlar istese de istemese de huzura ahbapları ile çıkmak durumunda kalıyor. Bundan dolayıdır ki namaza ne zaman başlayıp ne zaman bitirdiğimizde belli olmuyor. Çünkü kalıbımız namazda olmakla beraber ruhumuz gönlünüz o huzuru hissedemiyor.
Tasavvufta murakabe diye bir şey vardır. Her zaman hakkın huzurunda olduğu bilinci ile yaşamak. Bunu elde etmek için de tasavvuf müessesesinin sıralarında oturup, nefis terbiye dersleri alıp huzurla yaşamanın idrakini yakalamamız gerekiyor. Bu iş zor ve göreceli bir kavramdır. Herkes isti'dâdı kadar namazda Miraç'ı yaşar, namaz haricinde de öyle huzurda olur.
Bunun ilk adımı gaflet dediğimiz sarhoşluk halinden kurtulma çabası ile başlar. Gaflet, insanı Allah'tan uzağa düşürmesi hasebiyle en zehirli bir yılandır. En tehlikeli bir ateştir. En amansız bir düşmandır.
Sevgili Peygamberimiz "Nefsini bilen Rabb'ini bilir." buyurmuştur. insanın kendi nefsini bilmesi yani nefsini en büyük düşmanı bilmesi ve onun şerrinden Allah'a doğru firar etmesi ona kulluk kapılarını açar. Yoksa insan ömrü, kendi nefsi ve heva hevesine itaat etmekle geçer de sonunda insan hüsrana uğrar.
Demem odur ki kimse tek başına avukat, doktor, mühendis olamadığı gibi hocasız, muallimsiz kimsenin de şuurlu aklı başında müslüman olması çok zordur.
Bu tıpkı şuna benzer, herhangi bir kimsenin ömrü boyunca hiç hasta olmayıp doktora ihtiyaç duymaması ihtimali gibidir. Halbuki doğumdan sonra 60 ya da 70 yıllık bir ömre hiçbir hastalığın uğramaması neredeyse imkansızdır. Ve hastalıklar çoğu zaman, ancak bir tabip eliyle şifa bulur. Hasta olmadan yaşamayı garanti altına alamıyorsan, doktordan uzağa düşmeyeceksin. Ya da en azından doktorluğu inkar etmeyeceksin. Sonra hastalanınca kendi ilminle içeceğin haplar seni ya öldürür ya da hastalığına tam şifa sebebi olmaz.
Allahu Teala Kuran'ı Kerim'de mutmainne olan nefisten razı olduğunu beyan buyuruyor. Demek ki huzurda iltifata nail olmak için mutmain bir günle sahip olmak gereklidir. İşte namazı Miraç olanlar, o mutmain gönle sahip olanlardır. Bize düşense bu konuda bir ömür çaba sarf etmektir.
Efendimiz için miracın ilk basamağı mescidi Aksa bizim içinse miracın ilk basamağı Bir Allah dostunun yanına olmalıdır. Allah'ım bize; seni sevmeyi, seni sevenleri sevmeyi, sevgisi sana ulaştıracakları sevmeyi nasip eyle. Sev bizi, sevdir bizi, yolunda yaşat, yolunda öldür bizi. Amin.
Henüz Yorum yok