HAŞİM AKIN

-YENİ- MODERN İNSANIN ÖZGÜRLÜK ÇIKMAZI

MODERN İNSANIN ÖZGÜRLÜK ÇIKMAZI

Modern insan özgür olmak istiyor. İnsanoğlunun özgür olmak gibi bir tutkusu her zaman vardı. Ama içinde yaşadığımız bu çağda daha da çok özgür olmak istiyor. İstiyor ki bir yere bağlı olmasın. Her kararını kendisi versin… Bu nedenle aile kurmakta veya devam ettirmekte bile zorlanıyor.

Modern birey, aile bağlarından inanca kadar her türlü otoriteye mesafe koymak ister. Ancak bu özgürlük arayışı, paradoksal biçimde onu farklı bağımlılıkların içine sürükler. Modern insan, özgürlük söylemini en çok da “Allah’a karşı” kullanmaktadır!.

 Lakin çağdaş yaşama ve değerlerine bu kadar çok kendisini kaptıran insan, bu özgürlüğü daha çok Allah'a karşı kullanmak istiyor. Örneğin sigara tiryakileri sigaraya bağımlı olduklarından dolayı şikâyetçi olmazlar. Bu durumdan gayet mutludurlar. Ben ağlayarak sigara içen hiç kimseyi görmedim.

 Herhangi bir futbol takımını da tutabilirler. O futbol takımının başarısı için ölümü bile göze alanlar, stadyumlarda “ölmeye, ölmeye geldik…” diye slogan atanların özgürlüğü nerede? Onlar da o takımın bağımlısı olmaktan çok mutlular. Bununla ilgili bir problemleri de yoktur. Arada bir yapılan transferleri, oyun düzenlerini eleştirseler de takımlarını asla değiştirmezler.

 İnsanların siyasi görüşleri vardır. Sahip oldukları siyasi görüş zaman içinde tıkanır, çözüm üretemez hale gelir. Hatta bir dizi kaosları yaşar. Ama onlar asla vazgeçmezler. Karşı tarafa elli tane eleştiri oku atarken kendi tarafının bir tane hatasına bile toz konduramaz. Yani onlar için vazgeçilmezdir.

 Durum böyle olunca modern insan, gönlünü bir yere bağlamaktan asla şikayetçi değildir. Takımını destekler, siyasete girer, falanca şarkıcının/ oyuncunun veya onun bir parçasının tutkunu olabilir. Burada da bir sorun görülmez. Hatta böyle yapınca daha modern ve özgür(!) birey olurlar. Durkheim’in “kolektif bilinç” kavramıyla açıklarsak: birey, dinî cemaatlerden kopunca boşalan manevî alanı başka topluluklarla doldurur. Bu topluluklar (taraftarlık, parti, fan kültürü) seküler birer “dini topluluk” işlevi görür.

Ancak kalbini Allah'a bağlama, Allah’la rabıta kurma, her işini ona havale etme noktasına gelince özgürlük tutkusu birden alevleniverir. Orada kendi başına olmak ister. Bu nedenle bir yere intisap halinde olmak, rabıta / muhabbet bağı oluşturmak garip gelir. Siyasi düşüncesiyle oluşturacağı rabıtada bir problem yoktur. Lakin manevi bir önderlik ve terakki rehberliğinde oluşturacağı rabıta şirk(!) oluverir hemen. Aslında asıl içindeki sıkıntı “o da bizim gibi bir insan” diye itiraz ettiği bir insana karşı muhabbet bağı kurmak ve bu bağın onu sınırlamasıdır. İlk itiraz sevgi bağına değil de bu bağın onda oluşturacağı sınırlamaya karşıdır. Böylesi bir intisap ve muhabbet halkasına girmek, içinde yeri ve zamanı belli olmayan bir şekilde çıkıveren uçarı isteklerine fren olacağından kaynaklanır. Müdahale edilmek, “bunu yapmasan çok iyi olur, sana yakışmıyor, burada daha farklı bir davranış sergilemen gerekirdi” gibi uyarıları almak onu sıkıntıya sokar.  Çünkü özgürlüğüne çok düşkündür.

Hatta bir adım daha ileri gider ve bir insana duyulacak muhabbet ve hürmetin, sahibini şirke götüreceğini söyler. Elbette “Rububiyet” manası taşıyacak, Allah’ın yerine görev alacak, Rab’lık ilan etmese bile O’ndan daha çok sevilecek ve emirleri dinlenecek her şey şirktir veya şirke kapı açacaktır. Ancak bu şirk endişesini sadece böylesi maneviyat iklimi içindeki muhabbette aramak, bunun dışında özgürce ve hunharca sevip âşık olacağı diğer alanları dışarıda bırakmak hiç de adil değildir.

Kulların önünde saf tutmak, ona bağlılık ve itaat arz eden fiil ve cümleleri serbest görmek nasıl bir çıkmazdır. “Başkanım, müdürüm, amirim, liderim…” diye sırf dünyevi menfaatler için dizilen cümlelerin amacı nedir? Bu fiil nereye gidecektir? Gerçi buradaki övgü ve sınır tanımayan saygı, şahsa değil makam ve beklentileredir. Oradan elde etmeyi düşündüğü menfaatin kesilmesi veya ilgili şahsın o makamdan düşmesi durumunda tüm aşk bitiverir. En yakın dostlar, birden kaybolur ve tüm muhabbet anında sona erer.

Kuran-ı kerimde rabbimiz bu olaya şöyle bir soruyla noktayı koyar:
“Ey hapishane arkadaşlarım!  Çeşit çeşit tanrıların varlığına inanıp yüzlerce efendiye kul köle olmak mı daha iyidir, yoksa her şeye gücü yeten bir tek Allah’a kulluk ederek özgür ve onurlu bir hayata kavuşmak mı? Hangisi daha uygun bir yoldur?” (Yusuf 39) Dünya hayatında onlarca sahte efendiyi memnun etmek için atılan onca taklalar, yapılan şaklabanlıklar unutulur ve Allah’a kulluğun onu kısıtladığı, özgür bir birey olarak kararlarını vermesine, seçimlerini yapmasına engel olduğu(!) savunulur. Bilmez ki Allah’a kulluk, onu diğer sahte rablerin tasallutundan ve onların ezici etkisinden koruyacaktır.

Modern dünyada birey, “tek Allah’a kulluk” yerine çok sayıda “sahte rab” edinmiştir.
Bu “rabler”, aslında modern iktidar biçimleridir:

  • Medya,
  • Moda,
  • Siyaset,
  • Kapitalizm.

Bu durum “modern çoktanrıcılık” olarak ortaya çıkar. Birey farkında olmadan onlarca dünyevi efendinin isteklerini yerine getirir. Böylece özgürlük, gizli bir tahakküm biçimine dönüşür.

Michel Foucault’nun “iktidar bireyin içine işler” görüşü burada anlam kazanır:
Modern insan, istemediği dış baskılardan kurtulmuş görünür ama nefsani hazlar ve onun için değer ifade eden toplumsal normlarla kuşatılmıştır.

Aciz ve her noktadaki bağımlılığına rağmen Allah'ın çok fazla yasaklayıcı olduğunu, hayatının her noktasında onu birçok güzelliğe karşı engellediğini, sürekli sınır koyucu olduğu için yaşam alanını kısıtladığını düşünür. Özgürlüğün azalmasından yakınır. Her istediğini yiyebilmeyi, her istediğini giyebilmeyi, arzu ettiği gibi hareket edebilmeyi ister. Ancak bunun yanında içinden atamadığı çok önemli bir arzusu daha vardır. Tüm bu nefsani yaşamın yanında Allah’ı razı edecek güzel bir kul(!) olmayı da ister. Cennet kazanacak güzel bir kul olurken, yaşadığı modern hayatın tüm şartlarını da yerine getirebilmeyi arzu eder.

 Modern Müslümanın gönlünde tam yer bulamasa da yeni bir çıkmazı da budur. Her namazda tırnaklarının ojesini temizleyerek abdest alan ve hemen sonra da makyajını tazeleyen örnekler çokça vardır. Böyle bir insanın ibadet aşkına mı hayran kalmalı, içindeki nefsani isteklere köle oluşuna mı üzülmeli? Sosyolojik olarak bu, “melez dindarlık” veya “yarı-seküler Müslüman kimliği” olarak adlandırılır.

·  Buradaki Müslüman, hem modern yaşam tarzına ait görünmek,

·  Hem de dini bağlılığını korumak ister.
Bu gerilim, bireyde “ahlaki yorgunluk” ve “dini vicdan rahatsızlığı” doğurur.

Sınırları çizilmemiş, tamamen özgür bırakılmış, kendi nefsinin arzularından başkaca da bir hatırlatıcının olmamasını hayal eder. Şartların hepsi onun istediği gibi olabilse işte o zaman çok daha güzel olacaktır. İbadet için ayırdığı çok mahdut zamanlarda Allah ile irtibat halinde kalacak ama diğer bireysel ve sosyal hayatındaki eylemlerinde kararını verme yetkisi kendisinde olacak.  Hayat akışını belirleme noktasına gelince kimse ona ses çıkarmayacaktır. Böylesi bir durumda güzel bir Müslüman olabilecektir.

 Ah bu nefsimiz… Ne de çok ve değişik oyunu var…

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Yazarın Diğer Makaleleri