MUHAMMED SEFA RUMELÝ

HANZALA...

 Hanzala...

Özgürlüðünü hedef alan ölümcül kurþunlara, sadece kurþundan bir kalemle karþý koymuþtu. Tüm silahý, Ayn el-Hilve Mülteci Kampý’nýn duvarlarýna çizdiði resimleriydi... Adeta çizgilerin sýrtýna vurmuþtu yýllanmýþ isyanýný...

Kim bilir, kendisi bile çizdiklerinin,  ileride bu kadar ses getireceðini ve bir halkýn direniþ sembolü olacaðýný tahayyül etmemiþti.

Kýrk dokuz yýllýk yaþamý boyunca efkârýný, fikrini, öfkesini kýsacasý onu  yýlmaz  bir direniþçi yapan tüm hissiyat ve düþüncelerini   çizerek anlatmýþ ve koskoca bir ümmetin(!) kabuk tutmuþ yaralarýný  adeta kalemiyle kanatmýþtý.

 Sürgün günlerinde sýrtýna isabet eden kahpe bir kurþun, maharetli kalemini kýrana kadar çizdikleriyle meydan okumuþtu Tanrý’nýn seçilmiþ(!) kullarýna...

Soydaþlarý “Direniþin Vicdaný” olarak adlandýrsalar da  bu çizen adamý, o artýk zaman prangasýndan kurtulmuþ Hanzala isimli bir çocuk olarak hafýzalara kazýnacaktý.

Bu hikaye Filistinli Karikatürist Naci Hüseyin Selim el-Alî’nin ya da diðer adýyla direniþin vicdaný Ebu Hanzala’nýn hayatýný anlatýyordu...

***

Selim el-Alî, 1936 yýlýnda adýný  Roma Ýmparatoru Tiberios Konstantinos’dan alan  kadim þehir Taberiye (Tiberias) ile Meryem oðlu Ýsa’nýn doðduðu  Nâsýra kasabasý arasýnda yer alan  Þecere isimli bir köyde doðmuþtu.

Ýlahi rahmetin niþanesi olan tüm bebekler gibi bu küçük misafir de ailesinin sýradan hayatýna büyük bir renk ve heyecan katmýþtý. Anne þefkatinin yanýnda büyük bir iþtahla içtiði meþhur Filistin zeytininin sütünden midir bilinmez, çabucak büyümüþtü. Yaþýtlarýna göre daha zeki ve olgun bir çocuk olduðu ise her halinden belli oluyordu.

Babasý bakkal olan küçük çocuk, ailesiyle birlikte çok ama çok mutlu bir hayat sürüyor; arkadaþlarýyla bütün gün koþuyor, oyunlar oynuyor, özgürce uçurtmalar uçuruyor kimi zamansa çocuksu hayallerin büyüsüne kapýlýyordu.

Þecere, üç semavi dine mensup insanlarýn barýþ ve huzur içinde yaþadýðý küçük ve bir o kadar da sevimli bir yerdi. Köyün evleri taþtan yapýlmýþ olsa da sakinlerinin kalpleri bir pamuk kadar yumuþacýktý. Þecereliler, kendi aralarýnda kolay kolay sorun yaþamaz,  ufak tefek anlaþmazlýklarýný ise sulh ile çözerlerdi.

Selim el-Alî, iþte böyle huzurun, hoþgörünün ve sükûnetin hüküm sürdüðü bir ortamda filizlenen  sevgi dolu bir çocuktu.

Ama ne yazýk ki Ali için bu güzel günler çok uzun sürmeyecekti.  Araplarýn “Nekbe” yani “Büyük Felaket” olarak adlandýrdýðý büyük sürgün olduktan sonra tüm hayatý týpký diðer soydaþlarý gibi tamamen alt üst olacaktý. 1948 yýlýnýn soðuk bir kýþ gecesinde göbek baðýnýn gömüldüðü topraklardan bir naze gül gibi kopartýlan küçük çocuðun kaderi, artýk farklý bir yöne doðru savrulacaktý.

O artýk küçük bir çocuk deðildi... Adeta bir gecede büyümüþ, koca yürekli bir adam olmuþtu.

***

Ýsrail Devleti'nin kurucusu ve ilk baþbakaný David Ben-Gurion,  14 Mayýs 1948 tarihinde Ýsrail Baðýmsýzlýk Bildirgesi’ni  açýklamýþtý. Ben-Gurion’un  Tel Aviv Müzesi’nde yaptýðý bu tarihi açýklama, Yahudiler tarafýndan büyük bir sevinçle karþýlanýrken baþta Filistin olmak üzere Arap coðrafyasýnýn tamamýnda büyük bir üzüntü ve kaygýya neden oldu.

Ýsrail baðýmsýzlýk bildirgesi, sadece Filistin de deðil Ortadoðu’da kaosun, tehcirin, katliamlarýn ve sonu gelmez savaþlarýn fitilini ateþleyerek bölgeyi kan gölüne çevirecekti. Nitekim Ýsrail bildirgeyi ilan ettiði  14 Mayýs’ý, 15 Mayýs’a baðlayan gece, Filistin halkýna yönelik büyük bir tehcir/iþgal  hareketini baþlattý. Siyonist güçler, Filistin nüfusunun yüzde 67’lik (957 bin kiþi) bölümünü yerlerinden ederek,  büyük acýlarýn ve sefaletin  yaþanacaðý   mülteci kamplarýna sürdü.

Resmi verilere göre, Nekbe sýrasýnda Araplara ait 657  köy ve kasaba iþgal edilmiþ ve bir milyona yakýn insan Lübnan, Suriye ve Ürdün’de bulunan mülteci kamplarýna sürülmüþtü. 

Mülteci  kamplarýna   yerleþtirilen   Filistinliler arasýnda Selim el-Alî’nin ailesi ve yakýnlarý da vardý. Günlerce süren çetin bir yolculuktan sonra  Lübnan’ýn Sayda kenti yakýnlarýnda bulunan Ayn el-Hilve Kampý’na ulaþan Ali ve ailesi yaþamlarýný artýk bu kampta sürdürecekti.

Yokluðun ve yoksulluðun en üst safhada yaþandýðý mülteci kampý, diðer çocuklar gibi daha on yaþýnda olan Naci Ali’nin de karakter oluþumunda mühim bir rol oynayacaktý.

Küçük çocuk, derme çatma çadýr ve barakalarda sýcaðý da soðu da iliklerine kadar hissediyordu.  Açlýk, sefalet ve salgýn hastalýklar gibi zorluklara raðmen Ali, yeni evi olarak gördüðü mülteci kampýna kýsa sürede alýþmýþ, hatta burayý  oldukça  da sevmiþti.

Þecereli çocuk, köyüne olan aidiyet ve baðlýlýk duygusunu,   Ayn el-HilveKampý’na yöneltmiþti. Kampta tüm iptidai þartlara  raðmen bir okul da bulunuyordu. Derslerinde son derece baþarýlý olan Selim el- Ali için okul bir özgürlük  alanýydý...

Öðretmenleri ondan son derece memnundu.  Ali, derslerinden arda kalan zamanlarda resim yapmayý çok seviyordu.  Çizimlerini görenler, bunlarýn  yetenekli birisinin kaleminden  çýktýðýný rahatlýkla anlayabiliyor, eser sahibinin yaþýný öðrendiklerinde  ise þaþkýnlýklarýný gizleyemiyorlardý.

Resim yapmak Ali de zamanla bir tutku haline dönüþtü. Kelimelerle anlatamadýðý duygu ve düþüncelerini resmederek ifade edebilmek, küçük çocuða büyük bir mutluluk veriyordu. Çadýrlara, yýkýk duvarlara, tahta parçalarýna nerede bir boþluk bulsa oraya çizimler yapýyordu.  Kamp sakinleri, Ali’nin sayesinde her sabah farklý bir duvar resmiyle güne baþlýyorlardý. Öðretmenleri de Naci’nin resme olan yeteneðinin farkýndaydý ve küçük çocuðu bu konuda destekliyorlardý.

Yýllar hýzlýca akýp geçmiþ, Naci genç ve yakýþýklý bir delikanlý olmuþtu. Maddi zorluklar çeken ailesinin geçimine katký saðlamasý gerektiðinin farkýndaydý... 1957 yýlýnda,  iþ olanaklarýnýn daha fazla olduðu  Suudi Arabistan’a gitti. Ýki yýl boyunca oto tamirciliði yaparak kazandýðý parasýnýn tamamýný ailesine gönderdi.

1960 yýlýnda Lübnan’a geri dönen Ali, Lübnan Sanat Akademisi’ne kayýt oldu. O yýllarda Beyrut’un siyasi atmosferi genç adamý oldukça etkilemiþ ve  farklý  politik gruplarýn içine sokmuþtu. Ýlk olarak Arap milliyetçiliðini savunan kesimlerle irtibata geçen Ali, bir süre sonra düþünce ayrýlýklarýndan dolayý bu gruplardan ayrýlmýþtý. Yayýncýlýk hayatýna arkadaþlarýyla beraber  çýkardýðý muhalif çizgideki Çýðlýk (Al-Sarkha) dergisiyle baþladý. Ali ve dostlarý dergilerini el yazýsýyla çoðaltarak   sokaklarda satmaya  çalýþýyorlardý.    Bundan dolayý da Lübnan polisi tarafýndan defaatle tutuklanýp hapse atýldýlar. Tüm bu olumsuzluklara raðmen  eðitimini hapiste de  olsa ihmal etmeyen Naci el-Ali, zor da olsa okulunu bitirebildi.

Hapisten çýktýktan sonra Filistin direniþ hareketinin öncü isimlerinden Gassan Kanafânî ile tanýþtý. Kanafânî ile arkadaþlýklarý zamanla sarsýlmaz bir dostluða dönüþtü. Kanafânî, Naci'nin karikatürlerini çok beðeniyor ve çizimlerinin daha fazla insana ulaþmasýný istiyordu. Genel Yayýn Yönetmeni olarak görev yaptýðý Lübnan'ýn önemli gazetelerinden el-Hurriyye'de, dostu Ali’nin karikatürlerini ve yazýlarýný yayýmlamaya baþladý.  Bu sayede dostunun karikatürleri daha fazla insana ulaþýyordu. Her geçen gün tanýnýrlýðý daha da artan Selim el-Alî, Lübnan merkezli Tali'a gazetesine genel yayýn yönetmeni olunca çizimlerine burada devam etti.

Nekbe felaketinden 19 yýl sonra yani 1967 yýlýnda Araplar için büyük bir hezimet daha yaþanmýþ ve  maðlubiyetle neticelenen Arap-Ýsrail 6 gün savaþlarý gerçekleþmiþti. Bu  savaþ,  Ortadoðu'daki siyasi ve askeri dengeleri tamamen alt üst etmiþti. Arap dünyasýnýn özgüveni yerle bir olmuþtu.

Araplar bu travmayý uzun süre atlatamayacaktý. Nitekim Naci de Ýsrail-Arap iliþkilerini yakýndan izleyen entelektüel bir Filistinli olarak  6 gün hezimetinin etkisinden kolay kolay kurtulamadý. Ýþte böyle buhranlý bir dönemde karikatürist olarak adýný tüm  dünyaya  duyuracak  Hanzala karakterini ortaya çýkardý. Ýlk olarak 13 Temmuz 1969 yýlýnda es-Siyâse   gazetesinde yayýmlanan     Hanzala, o kadar çok beðenildi ki  zamanla Filistin direniþinin sembolü haline geldi. Tüm Arap coðrafyasý merakla Hanzala’yý takip ediyordu. Yaþanan geliþmelere Hanzala’nýn vereceði tepki merakla bekleniyor, kulaktan kulaða çizgi çocuða dair hikayeler anlatýlýyordu.

Bu arada Ýsrail, 1974 yýlýnda Lübnan'ýn bir bölümünü iþgal etmiþti. Mossad ve Lübnan istihbaratýnýn Naci üzerindeki baskýsý bu iþgalden sonra daha da arttý.   Baskýlara daha fazla dayanamayarak Kuveyt’e gitmek zorunda kalan Ali, Ortadoðu’nun önemli gazetelerinden Sefir’de çalýþmaya baþladý. Gerek yazýlarý gerekse karikatürleri burada da yoðun ilgi gördü.  Ama gerçek olan bir þey vardý ki  yazýlarýndan ziyade çizimleri daha çok ses getiriyordu. 1979 yýlýnda Arap Karikatüristler Birliði baþkaný olunca, karikatüristler arasýnda büyük bir saygýnlýk elde etti.

O sadece iþgalci Ýsrail’i deðil, Arap ve Müslüman ülkelerin liderlerini de sert bir þekilde eleþtirmekten çekinmeyen muhalif  bir sanatçýsýydý. Hiciv ve kinaye yeteneðini çizimlerine o kadar güzel aktarýyordu ki baþka bir þey söylemeye lüzum bile kalmýyordu.

Naci el-Alî’nin çizimleri  Ýsrail kadar bazý  Arap ülkelerini de rahatsýz ediyordu.  Kuveyt’te de kendisine yönelik  baskýlar ve tehditler giderek artmýþtý.  Arap liderler de Þecereli karikatüristten hoþnut deðildi... Çünkü o suçlu olarak sadece siyonizmi deðil yaþananlara  ses çýkarmayan hatta Ýsrail ile iþbirliði yapan Arap liderlerini de sert bir þekilde  eleþtirmekten çekinmiyordu.

Ali’nin eleþtirilerinden nasibini alanlar arasýnda  Filistin Kurtuluþ Örgütü Lideri  Yaser Arafat da vardý. Arafat, baþarýlý karikatüristi ellerini aside sokmakla tehdit ediyor, çizimlerine hemen son vermesini söylüyordu.  Tehditlerin þiddetti iyiden iyiye artmýþtý. Acý olansa Ýsrail tehditlerine alýþýk olan Ali’nin, Filistin temsilcileri tarafýndan da tehdit edilmeseydi.

Naci el-Alî için kendi topraklarýnda mücadele vermek iyiden iyiye zorlaþmýþtý. Artýk kavgasýný farklý coðrafyalarda vermesi gerektiðini biliyordu. Filistin halkýnýn özgürlük mücadelesini dünya kamuoyuna daha rahat anlatabilmek için görev yaptýðý el-Kabas gazetesinin Ýngiltere bürosuna tayin oldu.

Ne yazýk ki tehdit, hakaret ve þantajlar orada da peþini býrakmadý. Siyonist lobilerin, Mossad’ýn ve Filistin Kurtuluþ Örgütü’nün (FKÖ) yakýn takibi altýndaydý. Kendisi için çemberin giderek daraldýðýnýn farkýnda olan Ali,  ölümün soðuk nefesini yakýndan hissediyordu. Buna raðmen  inandýðý yoldan geri dönmüyor, zulme sessiz kalmýyordu.

22 Temmuz 1987 yýlýnda iþe gitmek için arabasýna doðru yönelen Ali, bilinmez bir silahtan çýkan kurþunlar tarafýndan aðýr bir þekilde yaralandý. Kanlar içerisinde yere yýðýlan   karikatürist, hemen hastaneye kaldýrýldý.  Ýki aya yakýn yoðun bakýmda tedavi görse de 29 Aðustos 1987 yýlýnda yaþam savaþýný kaybetti.

Bu öyle bir kurþundu ki Naci el-Alî’nin dünyalýk sürgününe daha doðrusu mülteci hüznüne son vermiþ ve onu asli vatanýnýn kucaðýna atmýþtý. Suikastla ilgili çeþitli iddialar dile getirilse de Ýngiltere, Ýsrail ve FKÖ konunun bir an önce kapatýlmasý  için her türlü dezenformasyonu yaparak bu menfur saldýrýyý dünya gündeminden uzaklaþtýrmayý baþardý...

Vefatýndan hemen  sonra Dünya Gazete Yayýncýlarý Birliði tarafýndan kendisine “Özgürlüðün Altýn Kalemi” ödülü verilen Naci el-Alî, Þecere köyünden çýkýp tüm dünyaya mâl olmuþ, dört bine yakýn çizimi olan ünlü bir karikatürist olarak hayata gözlerini yummuþtu.

Mülteci kaderini yine çizgileri belirlemiþti.

***

49 yaþýnda aramýzdan ayrýlan Naci el-Alî,  bedenen aramýzda olmasa da Hanzala isimli on  yaþýndaki çocuk çizgi karakterle isyanýn ve barýþýn sesi olmaya devam ediyor. Hanzala, sadece Filistin halkýný deðil dünyadaki tüm mazlum halklarý temsil ediyor. O kimi zaman Sudan’da kimi zaman Afrika’da kimi zamansa Latin Amerika’da karþýmýza çýkýyor. Nerede bir zulüm varsa Hanzala yalýn ayak, sýrtý dönük bir þekilde orada beliriyor. Tüm gücünü ise çocuk kalbinden alýyor.

Naci el-Alî’nin  de bir röportajýnda dediði gibi;

“Hanzala, 10 yaþýnda bir çocuk olarak doðdu ve her zaman da 10 yaþýnda kalacak. Tam da benim vatanýmý terk etmek durumunda kaldýðým yaþta... Ne zaman vatanýmýza dönebilirsek, Hanzala da o zaman normale dönecek ve büyümeye baþlayacak. Tabiatýn kanunlarý þu anda ona iþlemiyor, çünkü o sýra dýþý. Ama zaten, ufacýk bir çocuðun vatansýz kalmasý da tabiatýn kanunlarýna aykýrý deðil mi? Hanzala, çaðýn hiç ölmeyecek bir tanýðý... Dünyaya aniden geldi ve onu hiç terk etmeyecek. Bu karakter, hayatta kalmak için doðdu. Ben de, öldükten sonra bile onun içinde yaþamaya devam edeceðim...”

Babasý þehit edildiðinde  küçük bir çocuk olan Halid el-Alî ise  Hanzala karakteri ile babasý arasýndaki iliþkiyi þu sözlerde anlatmýþtý:

“Hanzala hiç büyümeyen bir çocuk... Çocuk yaþta Filistin'den ayrýldý. Zaman onun için Filistin'den sýnýr dýþý edildiðinde durdu. Babam Hanzala'nýn yalnýzca Filistin'e, evine geri döndüðü zaman büyüyeceðini söylerdi. Hanzala fakir bir çocuk... Pek iyi görünümlü deðil, ayaklarý çýplak, kýyafetinde yamalar var, saçlarý daðýnýk... Yani sahip olmayý hayal ettiðiniz çocuk deðil... Hanzala bir yönüyle babamýn vicdanýný temsil ediyor. Hiç yalan söylemeyen, sonuçlarý ne olursa olsun düþündüðünü söyleyen, doðru tarafta olmaya çalýþan bir çocuk... Yani Hanzala babam Naci el-Alî için bir pusula gibiydi, onu her zaman Filistin'e yönlendiren bir pusula... Pusulalar normalde kuzeyi gösterir, Hanzala'nýn pusulasý ise daima Filistin'e dönüktür.”

Son sözü yazýmýzýn kahramanýna yani Hanzala’ya býrakalým:

“Babamýn adý, önemli deðil.
Annemin adý,  Nakba yani ‘büyük felaket günü’.
Kýz kardeþimin adý Fatýma.
Ayakkabý numaram bilinmiyor.
Çünkü ben hep yalýn ayakla dolaþýrým.

Henüz Yorum yok

Ýlk yorumu siz yazýn.

Yorum Býrakýn

E-Mail adresiniz yayýnlanmaz.







Yazarýn Diðer Makaleleri