MUHAMMED ÞAMÝL GENÇOSMANOÐLU

YASÝN SURESÝ VE MARANGOZ HABÝB’ÝN MESAJI

YASÝN SURESÝ VE MARANGOZ HABÝB’ÝN MESAJI;

Yasin Suresinde anlatýlan Marangoz Habib’inin çaðlar ötesinden günümüze mesajý

Modern Müslümanýn en büyük kaybý, Kur’ân’ý elinde tutup zihninde ve günlük yaþamýnda kaybetmiþ olmasýdýr.

“Bana hikâye anlatma kardeþim, sadede gel.” Her ne kadar bu cümle, günlük konuþmada "Fazla uzatma, gereksiz detaylara girme, asýl konuya gel!" anlamýnda kullanýlsa da, biz bunu bu sefer “Bana hikâye anlat kardeþim, sadede gel” diye kullanacaðýz.

Hikâye niye anlatýlýr? Bir þeyi daha iyi anlaþýlmasý için. Uzmanlara göre bir sunum dinlerken, PowerPoint slaytlar veya spot mesajlar ne kadar etkili olursa olsun, beynin sadece belli bölümleri etkili olabiliyorken, bir hikâye dinlerken beyindeki faaliyetler bariz bir biçimde artýyor; duyusal, motor ve duygusal alanlarý da aktif hale geliyor, deniliyor. Karmaþýk bilgiler, hikâyelerle basitleþtirilebiliyor. Beyin, soyut verilerden çok somut örnekleri daha kolay iþler. Hikâyelerin en büyük özelliði, dinleyicilere "Ben de yapabilirim" hissi vermesidir. Özellikle baþarý hikâyeleri, insanlarý harekete geçmeye teþvik eder. Çünkü deneyimlenme bu anlamda ayrý bir motivasyon kaynaðýdýr.

Allah da Kur’an’da hikâye anlatýyor, ama bildiðimiz hikâyelerden deðil. Anlatýlan olaylar, anlatýlýþ þekliyle hikâye deðil, gerçektir. Ýþte bu hikâye gibi anlatýlan olaylara kýssa diyoruz. Hikâye hayal ürünü, kýssa gerçektir. Kýssanýn hikâyeden farký da budur.

Allah, insaný yaratýp bir peygamber ve elçi göndermeden de sorumlu tutabilirdi. Akýl nimeti sayesinde kendisinin bulunmasýný, bilinmesini isteyebilirdi. Ancak Allah, kullarýna bir lütuf olarak onlara yol göstermek için peygamberler ve kitaplar gönderdi. Allah’ýn kulunu muhatap kabul etmesi, insanoðlunun bir ömür alnýný secdeden kaldýrmadan þükür secdesi etmesi gereken bir nimettir. Allah, kullarýna kitabý vasýtasýyla hitap ediyor; bu muazzam bir þey… Bundan daha büyük bir nimet mi olur?

Kur’an bir rehberdir bize; niçin yaratýldýðýmýzý anlatan, hayatý nasýl yaþayacaðýmýzý öðreten, hakikat bilgisini bize sunan bir rehber… Kur’an’da çok çeþitli konular var. Hayatýn her alanýna müdahil, hiçbir boþluk yok. Nasýl ibadet edeceðimizi, nasýl ticari iþler yapacaðýmýzý, nasýl idare edileceðimizi, nasýl evleneceðimizi, nasýl boþanacaðýmýzý, kýsacasý hayatýn derinlik ve geniþlik alanlarýný nasýl tanzim edeceðimizi anlatýr. Kýssa da anlatýr Kur’an bize…

“Andolsun, onlarýn kýssalarýnda akýl sahipleri için ibretler vardýr.” (Yûsuf, 12:111) ayetiyle, Rabbimiz bize kýssalarýn ne için anlatýldýðýný ifade eder.

Kur’an’daki kýssalar, salt malumat vermek için deðil, o bilgiden bilinci inþa etmek için anlatýlýr. Kur’an kýssalarý, sadece birer tarihî nakil deðil; ayný zamanda insanlýðýn hakikatle kurduðu iliþkinin izini süren tecrübî haritalardýr. Ýslâm Ansiklopedisi’nde; sözlükte “bir kimsenin izini sürmek, ardýnca gitmek; bir kimseye bir haber veya sözü bildirmek” diye geçer. Kur’ân-ý Kerîm’de tarihî kiþilerle olaylara dair yer alan haberler ve bunlardan bahseden ilim olarak tarif edilir. Burada þunu ifade etmek lazým: Kur’ân, tarih kitabý deðildir; salt kronolojik bir tarih anlatmaz. Bu anlamda kýssa, ilk bakýþta “bir olayýn izini sürmek, ardýnca gitmek” mânâsýna gelirken, aslýnda insanlýk hafýzasýnda hakikatin yankýlandýðý derin bir anlatýdýr. Bu yönüyle kýssa, sadece bir “haber” deðil; bir tecrübenin, bir çaðrýnýn, bir uyarýnýn ve çoðu zaman bir örneklik modelinin dilidir.

Kur’an’a tarihselci bir gözle bakanlarýn anladýðý gibi, her bir kýssa sadece bir zaman kesitini deðil, her çaðýn insanýna seslenen bir çaðrýyý taþýr ve günümüz insanýna da bir mesajý vardýr. Bu baðlamda kýssalar, tarihî bir hadisenin deðil, zaman-üstü bir hakikatin temsilidir.

Tarih zaten ibret alýnasý hâdiselerin ilmidir. Kýssalara ve genelde tarihe bakýþ bu olmazsa, o bilgi bir þey ifade etmez. Ýbret almak, o hadiseyi anlam deðer dünyamýza taþýmak demektir.

Bu yazýda, Yasin suresinde anlatýlan Marangoz Habib’in kýssasýný anlamaya çalýþacaðýz. Habib, hayatýn içinde, iþinde gücünde bir adam. Ama inanmýþ bir adam. Bununla ilgili Kur’an ve sünnette çok ayrýntý yok. Olayýn zamaný da yeri de tam belli deðil. Antakya’da ve Ýsa (a.s.)’dan sonra olduðu rivayetleri var. Kur’an’ýn vermediði teferruatýna lüzum görmediði þeyi bizim bilmemizin de çok fazla bir anlamý yok. Kur’an bizden olaya yoðunlaþmamýzý istiyor; yer ve zamanla uðraþarak dikkatimizi daðýtmamamýzý istiyor.

Olay nedir? (Çok özetle)

Bir beldeye iki tane elçi gelir, insanlarý hakka davet etmeye. Arkasýndan takviye olarak bir elçi daha gönderilir; daveti birlikte ve beraberce yapmak için. Bu elçileri o þehrin sakinleri reddederler ve onlarý öldüreceklerken, þehrin öbür ucundan bir adam koþarak gelir, olaya müdahil olur. Bu adam, o þehrin kenar mahallesinde yaþayan marangozlukla uðraþan Habib’tir. Yani Habib-i Neccar… Gelin bu hadiseyi, Yediveren Yayýnlarý’ndan çýkan Kýsa Tefsirli Kur’an-ý Kerim Meali’nden okuyalým:

( Ey Peygamber ve ey Müslüman! Onlara, bir zamanlar Elçilerimizi gönderdiðimiz bir þehir halkýný ibret verici örnek olarak anlat.

Bu olayýn nerede, ne zaman yaþandýðý ve kahramanlarýnýn hangi isimleri taþýdýðý hiç önemli deðil. Önemli olan, içinde barýndýrdýðý ve tüm insanlýða ýþýk tutacak ibret dolu mesajlardýr. Bu örnek toplumda üç sýnýf insan var:

a-Elçiler,
b-Onlara karþý gelenler,
c-Elçilere destek olmak için bütün varlýklarýný ortaya koyan fedâkâr insanlar.

Bu kýssa size þunu anlatýyor: “Eðer içinde yaþadýðýnýz toplumda sizden önce Allah’ýn mesajý duyulmadý ise, hemen iþe baþlayýn, artýk Peygamberin göreviyle görevli bir elçisiniz. Birileri size engel olmaya çalýþacak fakat korkmayýn, Allah mutlaka yardýmýný gönderecektir. Yok eðer toplumda sizden önce Peygamberin görevini kendilerine görev bilenler vazifeyi omuzlamýþlarsa, size düþen onlarýn yardýmýna koþmak, dâvânýn baþarýya ulaþmasý için onlara cansiperâne destek olmaktýr. Dikkat edin, eðer karþý safta yer alýr veya hak ile bâtýlýn mücâdelesinde tarafsýz kalýrsanýz, o zaman sonunuz kesinlikle hüsran ve helâk olacaktýr!” Ýnsanlýk tarihinin her devrinde tekrar tekrar yaþanacak olan kýssa þöyle baþlýyor:

 

Biz o þehirde yaþayan insanlara iki Elçi göndermiþtik fakat onlar ikisini de yalanladýlar. Bunun üzerine, onlarý üçüncü bir Elçi ile destekledik. Böylece üçü birden, “Ey insanlar!” diye seslendiler, “Gerçekten biz, sizlere Allah tarafýndan gönderilmiþ elçileriz! O’nun size yönelik emir ve talimatlarý var, onlarý size bildirmek için geldik!”

Buna karþýlýk þehir halký, “Ýyi ama!” dediler, “Siz de bizim gibi yiyip içen sýradan birer insansýnýz. Allah, melekler dururken elçi olarak sizi mi gönderdi? Zaten Rahmân bize vahiy nâmýna hiçbir þey göndermiþ deðildir! Her þeyi yoktan var eden, sahip olduðumuz bütün nimetleri bize bahþeden yüce bir yaratýcýnýn varlýðýný kabul ederiz fakat o kitap ve elçi gönderip de hayatýmýza kurallar koymaz, bizim yeme içmemizle, basit hayatýmýzla uðraþmaz. O bizleri tamamen serbest býrakmýþtýr, dilediðimizi yapar, dilediðimiz gibi yaþarýz; siz ancak yalan söylüyorsunuz!”

Elçiler, “Sizin bu itirazlarýnýz, bizi asla yýlgýnlýða, ümitsizliðe düþüremeyecektir! Çünkü bütün insanlýk inkâr etse de, Rabb’imiz biliyor ki, biz gerçekten size hakký teblið etmek için görevlendirilmiþ elçileriz! O’nun gönderdiði inanç sistemine bir göz attýðýnýz zaman, siz de bunu açýkça göreceksiniz!” dediler ve eklediler:

“Ama yine de siz bilirsiniz; bize düþen, yalnýzca açýk ve net olarak teblið etmektir! Ýnkârýnýzdan dolayý baþýnýza geleceklerden, sadece kendiniz sorumlusunuz!”

Gerçekten de o zalimler, isyanlarýndan dolayý birtakým belalara, felâketlere maruz kaldýlar. Bunun üzerine, iyice küstahlaþarak, “Yeter artýk!” dediler, “Doðrusu biz, sizin yüzünden uðursuzluða uðradýk! Ortaya attýðýnýz iddialarla, insanlarý birbirine düþürüp fitne çýkardýnýz. Yoksullarý, köleleri, zayýflarý, efendilerine karþý kýþkýrtarak anarþi çýkardýnýz. Ayrýca, ilahlarýmýz aleyhinde ileri geri konuþtuðunuz için baþýmýza musîbetler, felâketler yaðmaya baþladý. Eðer bu iþe bir son vermezseniz, her iþimizde Allah’ýn hayata karýþýp durduðunu hatýrlatmaya devam ederseniz, gözünüzün yaþýna bakmadan sizi ölümüne taþa tutacaðýz ve hem sizi, hem de size inanacak olan herkesi en korkunç iþkencelere mahkûm edeceðiz! Ya bunu böylece kabul eder, bizi sever, bizimle birlikte bizim gibi ayný hayatý yaþarsýnýz, ya da çeker gider, ülkemizi terk edersiniz!”

Buna karþý elçilerimiz, “Sizin uðursuzluðunuz, sizinle beraberdir! Baþýnýza gelen kötülükler, bizzat sizden kaynaklanýyor!” diye cevap verdiler, “Size güzelce öðüt verildi diye mi siyasi, ekonomik, toplumsal, ekolojik… buhranlara, felaketlere uðradýnýz? Hayýr; gerçekte siz, ilâhî buyruklarý reddeden, hak hukuk tanýmayan ve her türlü ahlâkî sýnýrý aþan azgýn bir toplum olduðunuz için bunca felaketlere uðruyorsunuz!”

Derken, davetçilerle inkârcýlar arasýnda bu mücâdele sürüp giderken, þehrin ta öte ucundan bir yiðit adam, baþýna gelecek her þeyi göze alarak koþa koþa oraya geldi: Nefes nefese, “Ey halkým!” diyordu, “Gelin bu Elçilere uyun!”

“Sizden herhangi bir dünyevî karþýlýk beklemeyen ve insanýn yaratýlýþ özelliklerine tam uygun dinleri ve sahip olduklarý tertemiz ahlâklarý ile dosdoðru yolu izleyen bu insanlara uyun da, dünyada ve âhirette kurtuluþa erin!”

Demek ki, Allah’ýn dinini teblið edenler bu elçilerin sahip olduðu özellikleri taþýmalýdýrlar. Dâvetçinin sözleri ve davranýþlarý ilâhî ölçülere uygun olmalý, hem de bu iþ karþýlýðýnda herhangi bir dünyalýk beklememelidir. Tarih boyunca, bu özellikleri taþýmayan hiçbir dâvetçi baþarýya ulaþamamýþtýr.

Evet, Elçileri desteklemek üzere canýný diþine takýp koþarak gelen adam, sözüne devamla dedi ki:

“Dinleyin ey halkým! Beni yoktan var eden ve bana bunca nimetler bahþeden yüce Rabb’ime ne diye kulluk etmeyeyim ki? O’na kulluktan kaçýnmaya ne hakkým var benim? Bundan daha büyük bir ahlaksýzlýk, daha büyük bir nankörlük olabilir mi? Unutmayýn ki, hepiniz eninde sonunda O’na döndürülecek ve tüm yaptýklarýnýzýn hesabýný vereceksiniz!”

“Hiç olacak þey mi? Ben nasýl olur da, O’nun yaný sýra, hayatýma karýþmaya yetkili baþka ilâhlar edinirim? Peki, diyelim öyle yaptým, o zaman beni O’nun gazâbýndan kim kurtaracak? Sonsuz Merhamet Sahibi Allah bana bir sýkýntý vermek istese, onlarýn sözde þefaati bana hiçbir þekilde fayda vermeyeceði gibi, onlar beni cehennem azâbýndan da kurtaramazlar!”

“Ýþte o takdirde ben, göz göre göre kendimi ateþe atmýþ, apaçýk bir dalalete dalmýþým demektir!”

“O hâlde, ey beni þimdi duyan ve kýyâmete kadar duyacak olanlar; ben sadece benim deðil, bütün insanlarýn ve bu arada özellikle sizin gerçek Sahibiniz, Efendiniz ve Rabb’iniz olan Allah’a iman ettim; gelin dinleyin beni! Siz de, hayatýnýza karýþmaya ve program yapmaya tam yetkili, kulu kölesi olacaðýnýz Allah’a inanýn ve bu imanýn güvencesi altýnda, dünya ve âhirette huzur ve esenliðe ulaþýn! ”

Bu sözleri duyunca çýlgýna dönen zâlimler, o fedâkâr insaný oracýkta þehit ettiler. Böylece ona, “Þehitler için hazýrlanmýþ olan þu cennete gir!” denildi. Fakat o hâlâ, halkýnýn içler acýsý durumunu düþünüyordu: “Keþke!” dedi, “Beni kanlara bulayarak iþi bitireceðini zanneden halkým, þimdi ne durumda olduðumu bilseydi! ”

“Rabb’imin, geçmiþteki günahlarýmý silip beni baðýþladýðýný ve cennet bahçelerinden bir bahçe olan þu yüce makâmda, beni muhteþem nîmetlerle ödüllendirip seçkin kullarý arasýna katarak ikram edilenlerden kýldýðýný keþke görselerdi de, inâdý býrakýp Elçilere iman etselerdi! Hayatýmdan ibret almadýlar, bari ölümümden ibret alsalardý!”

Peki, onu katleden zâlimlerin sonu ne oldu dersiniz?

Biz onun þehit olmasýndan sonra, halkýnýn üzerine gökten ordular filan göndermedik, zaten gönderecek de deðildik! O kadar acizlerdi ki, onlarý helak etmek için ordulara gerek yoktu.

Sadece, dehþet verici bir gürültüyle patlayan ve þehrin altýný üstüne getiren korkunç bir çýðlýk kopuverdi, hepsi o kadar! Ýþte o anda, bütün zâlimler, kül yýðýnýna dönüþerek yok olup gittiler!

Yazýklar olsun þu kullara ki, onlara ne zaman bir elçi gelse, mutlaka onu alaya alýr ve küstahça bir tavýrla hakka baþkaldýrýrlar! Bir insan düþünün ki, Allah’ýn mesajýyla karþý karþýya gelecek ve alaycý sözleri, umursamaz tavrýyla ondan yüz çevirecek! Yazýk ona, vah ona!

Oysa, kendilerinden önce nice nesilleri helâk ettiðimizi ve helâk edilen bu insanlarýn, onlara bir daha asla geri dönmediðini görmüyorlar mý? Ýnsanlýk tarihini inceleyip de, nice toplumlarýn yýkýlýp gittiðini, bu dünyanýn kendilerine de kalmayacaðýný anlamýyorlar mý?

Ve eninde sonunda, hep birlikte huzurumuza çýkarýlacaklarýný düþünmüyorlar mý? Bunun için delil mi istiyorlar? Öyleyse gözlerini açýp etraflarýna dikkatlice bir baksýnlar.)  (Yasin 13-32)

Bu kýssada olduðu gibi, Kur’an kýssalarýnýn temel maksadý, þahýslarýn kronolojisini vermek deðildir. Onlarýn isimleri, mekânlarý, ayrýntýlarý çoðu zaman bilinçli bir þekilde verilmeyerek, dikkatin þahýsta deðil mesajda yoðunlaþmasý saðlanýr. Habib-i Neccar kýssasýnda da zaman ve mekân vs. ayrýntýlar yok. Bu anlatým þekli, Kur’an’ýn özne-merkezli deðil, hakikat-merkezli bir anlatý dili benimsediðini gösterir. Burada anlatýlan kiþi deðil, temsil edilen deðer ve davranýþtýr.

Fahri Kâinat (s.a.v.), "Her þeyin bir kalbi vardýr, Kur’ân’ýn kalbi de Yâsîn’dir" buyurur. Kalp nedir, ne iþe yarar? Kalbin fonksiyonu, bu surenin nasýl anlaþýlmasý gerektiði ile ilgili bir ipucu vermektedir. Buradan, Yâsîn suresinin sadece lafzî bir metin olmadýðýný, ayný zamanda varlýðýn özüne nüfuz eden bir hakikat cevheri olduðunu gösterir. Çünkü kalp cevherdir. Ne var ki, bu sure bugün "ölülere okunan bir ritüel metni"ne dönüþtürülerek, onun dirilere hitap eden dinamik mesajý gölgelenmiþtir. Halbuki Kur’ân, bu hakikati hem de bu surede "Biz onu ölülerin kemiklerini titretecek bir ses olarak deðil, dirileri uyarmak için indirdik" (Yâsîn, 70) diyerek aslî fonksiyonunu açýkça belirtir.

Sonuç olarak, kýssalar Kur’an’ýn insanlýða sunduðu hikmet haritasýdýr. Kýssalar, bir bilgilendirme deðil, bir bilinçlendirme aracýdýr. Kur’an kýssalarý yalnýzca geçmiþi anlatmaz; ayný zamanda geleceði kurma sorumluluðu da yükler. Her kýssa, bir tecrübenin kristalleþmiþ hâli; her anlatý, bir ahlâkî tavrýn davetçisidir.

Kýssanýn kahramaný marangoz Habib, "Ey kavmim / ey halkým" diyerek konuþuyor. Bu ne ifade ediyor? Burada bir sahiplenme var. Onun halkýný ne kadar düþündüðünü, onlarý sahiplendiðini ve onlar için çýrpýndýðýný gösteriyor bu hitap. Kur’an’da anlatýlan kýssalarda pek çok peygamber de bu ifade ile halklarýna seslenmiþlerdir; onlarý sahiplenmiþlerdir, dýþlayýcý bir dil kullanmamýþlardýr.

Bugün bir peygamber gelmeyecek. Ama davet devam edecek. Bu kýssa anlatýlýrken, bizlere de davetçi kimliðine bürünmemiz gerektiði anlatýlýyor.

Bu kýssada bir de, davetin bir grupla, cemaatle yapýlacaðýnýn ipuçlarýný veriyor. Habib’le beraber toplam dört davetçi var. Ýslam’ý anlatmak için Müslümanlar, birbirlerine destek olmalý, ortak strateji belirlemeli ve beraber hareket etmelidirler. Gerektiðinde yeni davetçiler ve yeni taktiklerle davete yeni ve taze kan/can gelmeli ve davet kesintisiz olarak sürdürülmelidir.

Bu kýssada, davetçiler kendilerinden emin ve onlarýn anlayacaðý tarzda konuþuyorlar. Habib’in o üç davetçiye katýlmasý, kýssanýn baþka bir boyuta evrilmesine sebep oluyor. Burada kavminin, milletinin doðru yola ermesi için onun yaptýðý fedakârlýklar var; o da ayrý bir yazý konusu. Yâsîn sahibi olmak… Kavminin kurtuluþu için bedel ödemek…Ýnþallah bu konuyu da baþka bir yazýda inceleriz.

Henüz Yorum yok

Ýlk yorumu siz yazýn.

Yorum Býrakýn

E-Mail adresiniz yayýnlanmaz.







Yazarýn Diðer Makaleleri