MUHAMMED ÞAMÝL GENÇOSMANOÐLU

-YENÝ- EN ÝYÝ SAVUNMA SALDIRIDIR, EN KÖTÜ SAVUNMA SAVUNMADIR.

"EN ÝYÝ SAVUNMA SALDIRIDIR, EN KÖTÜ SAVUNMA SAVUNMADIR."

Savaþ savaþtýr. Savaþýn tek bir kuralý vardýr: savaþmaktýr. Peki, savunma pasif bir savaþ deðil midir? O zaman madem ben savaþtayým, ne diye pasif olarak savaþayým? Hedef almak varken neden hedef olayým?

Elbette savaþ, günümüz modern zamanlarýn ruhu ve gerçekliði ile farklý formlara dönüþmüþ olabilir. Modern zamanlar, hakikatin alanýný daraltýrken, kavramlarý da seküler bir baðlam içinde yeniden tanýmlamaktadýr. Bu yeniden tanýmlama sürecinde bazý kavramlar, asli baðlamýndan koparýlarak teknik bir çerçeveye indirgenir. “Savaþ” da bu kavramlardan biridir. Savaþ, artýk yalnýzca cephelerde gerçekleþen mekanik çatýþmalarýn adý deðildir; fikir alanýnda, kültürde, ekonomide ve hatta bireyin kendi iç âleminde süreklilik arz eden bir varlýk mücadelesinin adýdýr. Bugünün savaþlarý ayný zamanda siber uzayda, ekonomide, psikolojik mücadelede veriliyor.

"En iyi savunma iyi bir saldýrýdýr" ifadesi, genellikle proaktif önlemler almanýn tehditleri veya zorluklarý yalnýzca tepki vermekten daha etkili bir þekilde önleyebileceði fikrine atfedilir. Kökeni, saldýrgan bir yaklaþýmýn genellikle rakipleri caydýrdýðý ve avantajlarý güvence altýna aldýðý askeri stratejiye kadar uzanabilir.

“En iyi savunma saldýrýdýr.” ne demektir?

Bu, bir kiþinin, bir milletin ya da bir fikrin sadece kendini koruyarak ayakta kalamayacaðýný, yaþamak istiyorsa varlýk alaný açmak zorunda olduðunu anlatýr. Savunmak; bir nevi geri çekilmek, hatta zamanla siperlere gömülmek demektir. Oysa yaþamak, yürümekle mümkündür. Yürümekse irade ister, hedef ister, yön ister. Yani saldýrmak, yani hareket etmek. Burada "saldýrý", kaba kuvvetle düþmaný ezmekten çok, inisiyatifi ele almak, oyun kurmak, düþmaný kendi planýna mahkûm etmektir.

Biz Müslümanlar, “ölmek için deðil yaþatmak için” savaþýrýz. Bizim savaþýmýz bir yýkým deðil; adaleti ikame savaþýdýr. Bizim saldýrýmýz bir intikam deðil; zulmü durdurmak için atýlan adýmdýr. Tarih boyunca ta Peygamber (s.a.v.)'den itibaren savaþ istenmemiþ, ancak savaþ hali zuhur edince savaþa giriþilmiþtir. Bu arada savaþlarda “hamleni yap bre kâfir” denerek ilk hamlenin karþý taraftan gelmesi istenmiþtir. Bu bir savunma hali deðildir. Savaþ þartlarý meydana gelse bile son bir defa rakibe iyiye, doðruya, güzele yani hakikate davettir. Ýslam'da savaþýn gayesi insanlarý hakikatle buluþturmaktýr. Bir yerde insanlarýn hakikatle buluþmasý engelleniyorsa, orada savaþ þartlarý baþlamýþ demektir.

Müslümanlar her an savaþa hazýr olmak zorundadýr. Bu bir tercih deðil, Rabbimizin emridir:

"Onlara karþý, gücünüz yettiði kadar kuvvet toplayýn, Müslümanca yaþamanýz için en etkili ve üstün silah gücüne sahip olun. Sözgelimi, güçlü süvari birlikleri oluþturmak üzere savaþ atlarý ve elinizdeki imkân ve içinde bulunduðumuz þartlara göre gerekli olan her þeyi hazýrlayýn ki, böylece hem Allah’ýn düþmaný, hem de sizin düþmanýnýz olan insanlarý ve onlardan baþka sizin bilmediðiniz, fakat Allah’ýn bildiði ve gelecekte Müslümanlarýn baþýna belâ olabilecek kimseleri korkutup savaþtan caydýrabilesiniz. Fakat bunu gerçekleþtirmek için, tüm malýnýz ve canýnýzý ortaya koymanýz gerekiyor. Unutmayýn ki, Allah yolunda her ne harcarsanýz, size karþýlýðý eksiksiz ödenecek ve asla haksýzlýða uðratýlmayacaksýnýz." (Enfal Suresi, 60 - Yediveren Yay. Kur’an Meali)

Bugün savaþlarý sadece kýtal olarak, fiziki savaþ olarak düþünemeyiz. Fiziksel savunma bizi yok olmaya götürdüðü gibi, metafizik alandaki savunma da bizi yok olmaya götürür. Aslýnda esas yok oluþ buradan baþlar. Fikrî savaþlarýn, kültürel kuþatmalarýn, ahlaki çöküntülerin ortasýnda savunmada kalmak, bizi yok olmaya götürür. Tepkisel kalmak, sadece savunmak ve karþý tarafýn hamlelerine göre pozisyon almak, bizi pasifleþtirir. Hâlbuki biz, sözü olan bir medeniyetin çocuklarýyýz. Bizim için savaþ, sadece düþmaný durdurmak deðil, hakikatin yeryüzünde hâkim olmasý için kýyam etmektir.

O hâlde “saldýrmak”, bu kýyamýn bir parçasýdýr. “Savunmak” ise yerinde ve zamanýnda yapýldýðýnda bir hikmettir.

Savunma, özne olmayý deðil; baþkalarýnýn eylemlerine baðlý yaþamayý kabullenmektir.

Savunma, saldýrýya göre yön tayin etmektir; yani yönü baþkasýnýn belirlemesidir.

Bu psikoloji, sadece siyasette ve savaþta deðil; ilimde, düþüncede, eðitimde, medyada, ekonomide de belirleyici hâle gelmiþtir. Bugün Ýslam dünyasýnda yazýlan birçok kitap, konuþulan birçok konferans, kurulan birçok yapý; hep bir savunma psikolojisinin ürünüdür:

Her meseleye karþý temkinli, her geliþmeye karþý þüpheci, her harekete karþý savunmacý bir psikoloji içindedir. Bu savunma refleksi zamanla bir karaktere, daha da kötüsü bir kimliðe dönüþmüþtür. Öyle ki, bugün birçok Müslüman toplumun zihinsel kodu þudur:

“Onlar ne yaparsa, biz ona cevap veririz. Onlar ne söylerse, biz ona karþý bir þey söyleriz. Ama biz kendimiz bir þey baþlatmayýz.”

“Aslýnda” ile baþlayan cümleler, bir savunma psikolojisinin dýþa vurumudur:

•             “Aslýnda Ýslam bilim düþmaný deðildir.”

•             “Aslýnda Müslümanlar kadýn haklarýna karþý deðildir.”

•             “Aslýnda Ýslam terör deðildir.”

Bütün bu cümleler kendimizi ele veriyor.

Müslüman coðrafyanýn son iki asýrlýk tarihi, sürekli bir savunma psikolojisi ile þekillenmiþtir. Bu savunma, yalnýzca fiziki iþgallere deðil; fikrî, kültürel, iktisadî ve zihinsel istilalara karþý verilmiþtir. Lakin mesele tam da buradadýr: Müslüman, artýk yalnýzca savunmaktadýr… Sürekli gard alarak yaþayan bir medeniyetin evlatlarý hâline gelmiþtir.

Bugün Ýslam dünyasý, varlýðýný savunarak sürdürmeye çalýþmakta; fikir yerine tepki üretmekte, ideal yerine refleks geliþtirmektedir. Bir saldýrý olduðunda konuþmakta, gündem belirlendiðinde pozisyon almakta; ama kendi gündemini kurmak, kendi fikrini inþa etmekte zorlanmaktadýr. Çünkü uzun yüzyýllardýr zihinsel bir kuþatma altýndadýr ve bu kuþatma, silahla deðil, önce fikirle yapýlmýþtýr.

Bu yüzden artýk yeni bir döneme geçmeliyiz. Savunma fazýndan çýkýp, taarruz moduna geçmeliyiz. Bunun ilk yapmamýz gereken alan zihinde gerçekleþtirmeliyiz; fikrî inþa fazýna geçmeliyiz. Ýslam dünyasý artýk tepkiyle deðil, teklif ile konuþmalýdýr. “Biz de þunu yapabiliriz” deðil; “Biz bunu yapacaðýz” diyebilmelidir.

"Yapacaðýz ama… Hatta amma…" diye baþlayan cümlelere kulaklarýmýzý kapatacaðýz.

Þimdi o “ama”yý atma zamanýdýr.

Yeni cümleye “biz” ile, “iman” ile, “niyet” ile, “teklif” ile baþlama zamanýdýr.

Bu milletin yükü sadece kendine ait deðildir. Bu milletin kaderi ümmetin kaderidir.

Bu yüzden  savunmasýndan önce, fikri inþa gereklidir. Zihinsel bir savunma psikolojisinden kurtulmalýyýz ki fiziki taarruz haline gelebilelim.

Özgüven yoksa taarruz olmaz…

Bizde kaybedilen, yýkýlan þey sadece toprak deðildi, önce özgüvenimiz yýkýldý.

Kazanýlmasý gereken þey sadece sýnýr deðil, önce þuurdur. Ýþe kaybettiðimizyerden baþlayacaðýz, yani ilk iþimiz özgüven kazanarak olacak. Aþaðýlýk kompleksini terketmenin yolu budur.

Bize lazým olan özgüvenimizi yeniden kazanmak ve potansiyelimizi fark etmek. Hem zihinsel anlamda hem de fiziki anlamda taarruza geçmenin yolu budur.

Potansiyekimizi fark etmezsek ve özgüvenimizi yeniden kazanmazsak, ne savunacak bir vatanýmýz, ne koruyacak bir sýnýrýmýz olur…

Henüz Yorum yok

Ýlk yorumu siz yazýn.

Yorum Býrakýn

E-Mail adresiniz yayýnlanmaz.







Yazarýn Diðer Makaleleri