MUHAMMED ÞAMÝL GENÇOSMANOÐLU

-YENÝ- KUDÜS'E AÐIT ÞÝÝRÝNÝN EVLAT EDÝNME HÝKAYESÝ

KUDÜS'E AÐIT ÞÝÝRÝNÝN EVLAT EDÝNME HÝKAYESÝ

 

Beni sonbaharda asýn
Geceleri son kez örtün üstüme
Kara kýþa yüzüm dönük uzatýn
Baharý görmeden gitti desinler
Kabristandan uzak olsun mezarým
Ölülerden ölü deðil desinler
Bir kelepçe takýn mezarýma
Özgürlüðe kurban gitti desinler
Sapanýmý çocuklara gösterin
Lastiði yýpranmýþ kopmuþ desinler
Aksaya uçurduðum kuþlar dönerse
Özgürlükten haber geldi desinler.

Bu þiire "Kudüs'e Aðýt" dedim. Çünkü yalnýzca þair aðlamýyor burada; þiir aðlýyor, kelimeler aðlýyor, hatta harflerin içindeki mana bile bir çýðlýða dönüþüyor. Bu, sadece bir duygu patlamasý deðil; bu, ruhun haykýrýþýdýr. Þiir ses olmuþ, kalpten kopan isyaný dillendirmiþtir.

Bu þiir, yalnýzca bir toprak parçasýnýn deðil; ümmetin ortak vicdanýnýn yankýsýdýr. Mescid-i Aksa burada sadece taþlarla örülmüþ bir mabet deðil, bir halkýn haysiyeti, ümmetin namusudur. Her bir dize; Kudüs'e duyulan özlemin, iþgale karþý yükselen direniþin ve yüreklerde filizlenen özgürlük umudunun niþanesidir. Þair, kendi sonunu tasvir ederken bile Aksa'ya olan baðlýlýðýný kaybetmiyor. Ölüm dahi onu bu baðdan ayýrmýyor.

Bugün bu þiirin her kelimesi, Filistin'de süren mücadelenin manzum bir manifestosu gibidir. Ve bizler, "özgürlükten haber geldi" diyecek o sabaha kadar, bu þiirin sýzýsýný kalbimizde taþýmaya devam edeceðiz. Çünkü Mescid-i Aksa'ya duyulan özlem bir toprak hasreti deðil; insanlýðýn özgürlüðe, hakikate ve adalete olan inancýnýn ifadesidir.

Bu þiiri ilk kez bir dostumdan dinledim. Edebiyat öðretmeniydi. Duyduðum anda içime çarpan bir þey oldu; bir yanký, bir sarsýntý... Þiirin kime ait olduðunu sorduðumda, bilinen bir þairin adýný verdi bana. Fakat sonra o þair, bu þiirin kendisine ait olmadýðýný, böyle bir þiir yazmadýðýný söyledi. Neden böyle bir þey söyledi bilmiyorum. Vardýr bir sebebi.. Oysa dostum ýsrarla þiirin ona ait olduðunu, hangi ortamda, nasýl bir ruh haliyle yazýldýðýný anlatý bana. Zira ayný evde kalmýþlar üniversite yýllarýnda.

Benim için ise mesele þiirin kime ait olduðu deðildi. Ben bu þiire vurulmuþtum. Beni baðlayan, onun yankýsýydý. O þiir, bir hakikatin sesi olmuþtu. Bu yüzden þiirin unutulmasýna, yalnýzca bizim aramýzda kaybolup gitmesine gönlüm razý olmadý. Sevgili dostum bu þiiri belki baþka dostlarýna da okumuþtur, belki benim gibi etkilenen baþkalarý da vardýr; bunu bilemem. Bildiðim þey, bu þiirin sahipsiz kalamayacak kadar güçlü olduðudur. Ve ben, o þiiri evlat edindim. Tarihte böyle bir vakýa var mý bilmiyorum: sahipsiz kalan eserin kaybolmamasý için o eseri evlatlýk edinmek. Evet, kelimenin tam anlamýyla evlatlýk aldýk bu þiiri, týpký annesi  babasý tarafýndan terk edilen, sahipsiz kalan, bakýma muhtaç olan küçük çocuklar gibi... Evlat edinilen çocuklar ebeveynlerine geri verilir mi istendiði zaman bilmiyorum ama ben bu þiiri sahibi çýkýp “benim” dediðinde “evet onun” diyeceðim.

Bazý müellifler yazdýklarý metinleri bir süre sonra reddederler. Bu, bir inkâr deðil, bir dönüþümdür belki de. Sanatsal yetersizlik duygusu, zaman içinde deðiþen dünya görüþü yahut çaðýn ruhuna karþý bir konumlanma arayýþý... Müellif yazdýðý eserin sanatsal anlamda yetersiz görebilir, yeterli görmeyebilir. O yüzden o eseri sahiplenmeyebilir. Bu gayet doðal. Dünya görüþü anlamýnda, artýk dünyaya farklý çerçevelerden bakabilir. Bundan dolayý da eski yazdýðý eserleri kabul etmeyip reddedenler olabilir. Bu da normal bir durum.

Tüm bunlar, insanýn tarih içinde "kendisiyle hesaplaþma" biçimidir. Gerek sanatsal anlamda bir lüzum üzerine olsun, gerekse ideolojik tercihlerden dolayý olsun kamuoyuna mal olmuþ, ama müelliflerinin bu eserlerini inkar etmelerinden ötürü, söz konusu þiir, kitap vs. eserlerin durumu ne olacak acaba? . Bu durum, eseri hükümsüz kýlar mý? Hayýr

Bendeniz, bu eserlerden ayný þekilde istifadeye devam edilmeli diyorum. Bunun en büyük sebebi sanatýn ve bilimin gerçek kökenin vahiy olmasýndan mütevellit.

 Çünkü her eser, yazýldýðý zamanýn þahididir. Ýnsan zamanla deðiþir, ama hakikat yerli yerindedir. Nitekim Müslüman düþünce geleneðinde eser, yalnýz müellifine ait deðil; ilahi esmanýn bir tecelligâhý olarak telakki edilmiþtir. Bazý düþünürler hayatlarýnýn son demlerinde eserlerinden geri adým atmýþtýr. Ancak eser, yazýldýðý dönemdeki hakikati taþýr ve onu inþa eder. Eseri kamusal yapan, niyet deðil kýymettir. Bu yüzden ister bir alim veya þair eserini terk etsin, ister unutsun; hakikatin izi sürenler, o izden beslenmeye devam eder.

Bu anlamda müellifleri tarafýndan terk edilen güzel eserleri bu bakýþ açýsýndan deðerlendirerek istifade ediyorsak kimden geldiðine ve kimin olduðuna bakmadan yararlanmaya, istifade etmeye devam etmek gerekir diye düþünüyorum. Ýlmine deðer verdiðim alim bir zat, tasavvuf konusunda okunacak kitaplarý listelemiþti. O listede tasavvufla alakasý olmayan birini gördüm. “Hocam bu þahsýn kitabýný neden listeye yazdýnýz oysa onun tasavvufa hiçbir ilgisi yok” dediðimde hoca þöyle dedi:

"Evet, kendisi mutasavvýf deðildir. Ama bu kitap tasavvuf konusunda yazýlmýþ en nitelikli eserlerden biridir."

Allah esmaül hüsnasý ile mahlukata tecelli eder. Ýnsanýn ürettiði her hakikat, ilahî isimlerin bir yansýmasýdýr.

Allah, Âdem'e bütün isimleri öðretti. Adem'e eþyayý deðerlendirme imkaný verdi. Varlýklar ile semboller arasýnda zihinsel bað kurma yeteneði baðýþladý; varlýklarýn niteliklerini, iþlevlerini araþtýrýp öðrenme, eþyayý kullanma ve böylece varlýklar üzerinde tasarruf edebilme gücü verdi. (Yediveren yay. meali-Bakara 31)

Buradan insanýn bilgiyle donatýlmýþ varlýk olduðunu gösterir. Bu ayet, ayný zamanda insanýn yaratýlýþýndaki temel farký ve hikmeti açýklayan eþsiz bir beyan özelliði taþýr. Bu bilgi sýradan bir bilme deðil, eþya ile mana arasýnda bað kurma kudretidir. Âdem'e, yani insana, varlýk ile isim, mana ile lafýz, hakikat ile temsil arasýnda bað kurma yeteneði verilmiþtir. Bu, sadece bilgi edinmek deðil, varlýðý kavramak, anlamlandýrmak ve bu anlamý baþkalarýna iletmek gibi çok katmanlý bir donanýmý ifade eder. Kýsacasý, sanat da ilim de, bu ayetin iþaret ettiði "isimleri öðrenme" kabiliyetinin bir sonucudur. Ve bu da bizi Allah'ýn esmâsýnýn (isimlerinin) tecellîsine götürür.

...Her þeyi güzel ve yerli yerinde yapan Allah'ýn sanatýdýr bu! Hiç kuþkusuz O, yaptýðýnýz her þeyden haberdardýr. (Yediveren yay. meali Neml Suresi, 88)

Esmâ-i Hüsnâ'nýn esmâ tarafý bilgiye, hüsnâ tarafý ise güzelliðe iþaret eder. Bir baþka ifadeyle, âlim esmâya yönelir; sanatkâr ise hüsnâya. Alim; "Alîm", "Hakîm" ve "Habîr" isimlerinin yeryüzündeki bir yansýmasýdýr. Sanatkâr ise "Cemîl", "Sânî", "Bedî'" gibi isimlerinin tecellilerinden bir iz taþýr. Bu yüzden hem ilim hem de sanat, insana deðil, Allah'a aittir; insan ise ancak bu ilâhî isimlerin yansýdýðý bir ayna mesabesindedir.

"El-Alîm" ismi; geçmiþ, þimdi ve geleceði bir arada bilen; gizli ve açýk olaný kuþatan; olmuþ ve olacak her þeyi ilmiyle ihata eden bir kudretin ismidir. Bu isim, insanda bilgiye yönelik kabiliyet, merak ve öðrenme aþký olarak tecellî eder. Ayný þekilde, "Cemîl" ve "Sânî" isimleri, sanatta bir derinlik, estetik ve anlam olarak tezahür eder. Her bilgi, eðer hakikate götürüyorsa; her sanat eseri, eðer hakikati yansýtýyorsa, o zaman bu bilgi ve sanat eseri ilahîdir, ilahi bir yansýma taþýr.

Ýþte bu nedenle, bir eserin kimin tarafýndan üretildiði ikinci plandadýr. Asýl mesele, eserin neye iþaret ettiði, hangi hakikati dile getirdiði, hangi manevi iklime kapý araladýðýdýr. Ýnsan, hakikatin sahibi deðildir; sadece onun emanetçisidir. Hakikat, her daim Allah'a aittir. Ýnsan ise o hakikati idrak ettiði ölçüde deðer kazanýr. Bu nedenle, ister bir þiir, ister bir kitap, isterse bir sanat eseri olsun; eðer içeriðinde tevhidi, adaleti, özgürlüðü, direnci, umudu ve kulluðu iþliyorsa, bu esere bir nevi vahyin gölgesi düþmüþtür.

Ýþte bu Kudüs'e Aðýt Þiirine bakýþýmýz da bu. Bir baþkasýnýn ürettiði eseri sahiplenmek diye bir derdimiz yok. Ama þiir güzel olunca, istifadesi çok olunca bu þiiri kamusal alana açalým herkesin istifadesine sunalým istedim.

Henüz Yorum yok

Ýlk yorumu siz yazýn.

Yorum Býrakýn

E-Mail adresiniz yayýnlanmaz.







Yazarýn Diðer Makaleleri